İnsan Tabiatı Üzerine Bir İnceleme



 İnsan tabiatının yetersizliği yüzünden hiçbir şeyi duru ve yalın halinde tutamıyoruz. Kullandığımız her şeyin özü bozulmuştur; madenlerin bile. Altını işimize yarar hale getirmek için başka bir madde ile karıştırıp bozmak zorunda kalıyoruz.

 Ne Ariston’a, Pyrrhon’a, ve Stoacılara göre hayatın gayesi olan fazilet, ne de Kyrene okuluyla Aristippas’ın bahsettikleri haz katıksız olarak elde edilememiştir.
 Kavuşabildiğimiz zevk ve nimetlerin hepsi mutlaka dertlerle, üzüntülerle karışıktır.

   Medio de fonte leporum
   Sürgit amari aliquid, quod in ipsis floribus anggat.
   Zevkin kaynaklarında öyle bir acılık var ki,
   Çiçekler arasında bile olsa boğazımızı yakar.
   Lucretius
 Son haddine varan bir hazda inlemeye, sızlanmaya benzer bir hal vardır. İnsan can çekişir gibi olur. O kadar ki bu haz son kertesine geldiği zaman onu en acı kelimelerle anlatırız: Bitmek, yanmak, bayılmak, ölmek, “morbidezza” gibi. Tatlı ile acı arasında, bir öz birliği olduğuna bundan daha iyi kanıt olamaz.  Derin bir sevinçte, eğlentiden çok ciddilik vardır.
     İpsa felicitas, se nisi temperat, permit    Saadet bile haddini aşarsa azap olur.    Seneca

 Saadet bizi ezer.
Eski bir Yunan atasözü de öyle der; mânası aşağı yukarı şudur: Tanrıların bize verdiği bütün nimetlerin hiçbiri katıksız ve kusursuz değildir, onları bir dert pahasına satın alırız.
 İşle eğlence, keyifle sıkıntı, biribirinden çok ayrı oldukları halde, gizli birtakım ilintilerle, kendiliklerinden birleşebiliyorlar.
 Sokrates der ki: “Tanrılardan biri hazla elemi birleştirip karıştırmak istemiş, bunu başaramayınca, bari şunları kuyruklarından biribirine bağlayalım, demiştir.”

 Metrodorus, kederin bir çeşit zevkle karışık olduğunu söylermiş, bilmem o da aynı şeyi mi söylemek istiyordu; fakat bana öyle geliyor ki insan kendini hüzne bile bile, isteye isteye, seve seve bırakır. İnsan mahsus da kederli görünebilir; onu demek istemiyorum. Üzgün zamanımızda bile gülümseyen, hoşumuza giden, ince ve tatlı bir şeyler duyar gibi oluruz. Acaba bazı ruhlar için hüzün bir zevk, bir gıda değil midir?
   Ağlamak da bir zevktir.    Ovidius

Seneca’da Attalus diye biri der ki: “Yitirdiğimiz dostların hatırası, çok eski bir şarabın acılığı gibi, mayhoş elmalar gibi hoşumuza gider.”
Minister vetuli, puer, Falerni,
 
   Kadehime eski Falernum şarabı döken çocuk,
   Daha acısından getir bana.
     Catullus

 
  Tabiatta şöyle bir karışma da görülür: Ressamlardan öğ­reniyoruz ki ağlarken ve gülerken yüzümüzde beliren çizgiler ve hareketler aynıymış. Gerçekten, resim henüz bitmeden
bakacak olursanız çehre ağlayacak mı, gülecek mi bilemezsiniz. Daha garibi var: Gülme son haddine varınca gözyaşlarıyla karışır.
  İnsanı dilediği bütün keyiflere kavuşmuş düşünelim. Diyelim ki bütün bedeni, aralıksız, şehvetin son haddindeki hazza benzer bir haz içindedir. Öyle sanıyorum ki insan bu
hazzın ateşiyle erir; bu kadar katıksız, bu kadar sürekli, bu kadar geniş bir şehvete dayanamaz. Böyle bir hale düşecek olursak, çürük tahtaya basıyormuş gibi korkarak kaçmak, içgüdümüzle bu halden kurtulmak isteriz.


  Kendi kendime günahlarımı açarken görüyorum ki en iyi huylarımda bile kötüye çalan bir taraf var. Korkarım ki Platon (benim şahsen en temiz yürekle hayran olduğum, doğrulukta herkesten üstün tuttuğum Platon) en sağlam bildiği doğruluğu iyi yoklasaydı, ki herhalde yoklamıştır, bu doğrulukta insanın karışık yapısından gelen bir bozukluk bulurdu.
Fakat bu bozukluk çok derinlerde gizlidir; onu ancak kendimiz görebiliriz. İnsan her bakımdan ve her yönden yamalı, alaca bulacadır.


 Adaletin kanunlarında bile mutlaka adaletsiz bir taraf vardır. Platon diyor ki, kanunların bütün ezici ve üzücü taraflarını atmaya kalkanlar yedi başlı ejderhanın başlarını kesmeye yelteniyorlar. Tacitus şöyle der:
    Omme magnum exemplum habet aliquid ex iniquo, quod contra utilitate publica rependitur.

   Örnek olsun diye verilen her cezada kamunun yararına
   ve bireyin zararına bir adaletsizlik vardır.

Günlük hayatımızda ve insanlarla olan alışverişlerimizde fazla parlak ve keskin bir zekâ göstermek de doğru değildir. Derin bir anlayış bizi fazla inceliğe ve fazla meraka götürür.
Zekâmızı olaylara ve dünya işlerine daha elverişli bir hale getirebilmek için biraz ağırlaştırmak, körleştirmek, onu bu karanlık ve bayağı hayata uydurmak için karartmak ve bulandırmak lazımdır. Nitekim gevşek ve alelade zekâlar işleri daha kolaylıkla, daha başarıyla çevirirler. Yüksek ve ince felsefi düşünceler iş görmeye elverişli değildir. Keskin bir fikir inceliği, kabına sığmıyan bir zekâ çevikliği, işlerimize engel olur. Dünya işlerini daha hoyratça, daha gelişigüzel yürütmeli ve her zaman talihe büyük bir pay bırakmalıdır. İşleri
derin, inceden inceye düşünüp aydınlatmaya lüzum yoktur. Birbirine zıt birçok parlak fikirler ve biçimler içinde insan kendini kaybeder:

    Volutantibus res inter se pugnantes obtorpuerunt animi
   Zıt fikirleri çevire çevire zihinleri sersemleşmişti
   Titus-Livius
 Her işin bütün şartlarını ve sonuçlarım arayıp hesaplayan adam karar vermekte güçlük çeker; orta bir kafa da işleri gö­rür, büyük küçük bütün teşebbüslere yeter. Dikkat ederseniz
en iyi işçiler nasıl iş gördüklerini söylemekten aciz kimselerdir. Buna karşılık, yaptıklarını çok iyi anlatan kimselerin elinden iyi iş çıktığı pek görülmez. Her iş üzerinde bol bol,
güzel güzel konuşmasını çok iyi bilen birini tanırım ki, kendisine senede yüz bin lira gelir getiren bir serveti acınacak bir şekilde elinden kaçırdı.

-Montaigne-

Yorumlar